Kategoriler
başıbozuk jurnal Kitap Eleştirileri

Bir Kitap Tanıtım Yazısı Dolayısıyla Rojava: İktidarsızlığı Savunanların İktidarsızlık Sızlanmaları

Alişan Şahin

John Clark’ın bir kitap[1] için yazmış olduğu tanıtım yazısı uzun zamandır Anarşist ya da kendini anarşist ve özgürlükçü düşüncenin içinde addeden kesimlerin uzun yıllardır gelişmeyen ve oluşturulamayan başka bir dünyaya ait –başka dünyanın çeşitli örnekleri aslında insanlık tarihinin geçmişinde mevcut olsa da – cemaat ve topluluk yapılanmalarına dair ne denli çaresiz yorumlarla dünyaya baktıklarını bize göstermesi bakımından önemlidir.  Bu makalesinde[2] -kimi yerlerde tereddüt gösterse de- yaptığı Rojova’ya güzellemelerden onun da Rojava ve YPG etrafında oluşturulmuş “sosyal ekolojist devrim” halesinden etkilenerek diğer anarşistler gibi bu trene atladığını anlıyoruz. Anarşist yazında böyle metinlerle karşılaşmak ziyadesiyle mümkündür. Anarşistler, romantizmi gerçekliğin üstünde bir yere yerleştirdiklerinde romantizm yalanların ve hakikatin reddinin ifadesi haline geliyor. Benzer şeyleri Janet Biehl -ki kendisi Murray Bookchin’in hem eşi hem de tilmizi olarak bilinir ve pro-PKK’li olmuştur – ve David Graeber’de de gördük.

Bookchin’in Sosyal ekoloji anlayışına kendince anlamlı eleştirileri olan ve Bookchin’le sert denebilecek polemiklere girmiş, Anarşizm ve Sosyal Ekoloji’nin yaşayan önemli düşünürlerinden olan Clark’ın, kendi sosyal ekoloji anlayışına anlamlı geldiğini düşündüğü Rojava üstüne olan bu kitap tanıtımında gözden kaçırdığı en önemli şeyin anti-emperyalizm olduğunu söylemek durumundayız.

Bahsi geçen kitapta geçen Rojava güzellemelerinde asıl meselenin toplum-devlet, yatay-dikey örgütlenme, parti ve hareket, komünal kurumlar ve kişisel özellikler, geleneksel kültür ve dönüştürücü vizyon arasında olduğu belirtilmektedir. Anlaşılmaktadır ki odaklanılan asıl nokta toplumsal dönüşümdür. Her nasılsa bu toplumsal dönüşümün  -ki bahsi geçen karşıtlıklar her toplumda ve toplumsal harekette başka karşıtlıklar da eklenerek bulunabilir- ABD destekli ve ABD emperyalistlerinin askeri gözlemcilerinin denetimleri altında olmasının pek bir önemi yoktur. Bu “toplumsal dönüşümün” emperyal güçlerce desteklenmesinin yarattığı bir soru işareti dahi yoktur.

Bir başka yerde Clark, kitabın editör ve yazarlarından biri olan David Levi Strauss’un ISID ve Rojava anti-Devlet’inin “kapitalist modernite ve neoliberal küreselleşmeye bir yanıt” olduğunu söylediğine işaret eder. Modern zamanların ve daha doğrusu post-modern zamanların ortay çıkardığı bu iki pragmatik örgütlenmenin bu modern ve neoliberal küreselleşmenin ürünü olduğunu ve aslında bir yanıt olmadığını belirtmek durumundayız. Çünkü modern denilen ve aslında post-modern zamanların bu örgütleri hem proje olarak hem de varlıklarının dayandıkları temel olarak bir yanıt değil, olsa olsa tahakküm aygıtlarına yöntem olarak birer katkı olarak düşünülebilir. Her iki örgütün de dayanak noktası ve örgütlenmeleri küreselleşmenin sonucu olarak dünyanın çeşitli yörelerinde kopmuş gelmiş, inançları farklı da olsa aynı hedefe hizmet eden bir görünüm almıştır. Bu örgütlerin ne ve nasıl olduklarına dair sosyal medya ve medyada çıkan binlerce haberde gerçeğin ne olduğunu çıkarmak –kendilerinin de dahil olduğu propaganda savaşlarından dolayı- mümkün olmamakla beraber eylemleri ve işgal ettikleri konumlarından neye hizmet ettiklerini çıkarmak mümkündür. Neoliberal küreselleşme ve kapitalist modernleşeme’ye yanıt ama nasıl yanıt?

PKK ve YPG ve diğer örgütlenmelerin nasıl fonksiyonlar gördüğüne dair net bir çalışma olmadığını söyleyerek devam ediyor Clark ama şöyle devam ediyor: “Rojava halihazırda radikal bir özgürlükçü, komüniteryen ve radikal devrimci feminist politikanın gelişmesinde olağanüstü bir ilerleme kaydetmiştir.”[3]

Bu ilerlemelere dair örnekleri ise David Graeber’den alıntılayarak devam ediyor, Clark. Bunları konseyler, konsey seçimlerinin etnik dengeye göre seçilmesi, bu konseyde kadınlarının en azından 1/3 oranında olmasına dikkat edilmesi olarak ifade ediyor. Ama politika belirleyici unsur olarak ve politika yapmayı empoze eden unsur olarak YPG ve diğer örgütlerin baskınlığını belirtmekten imtina ediyorlar. “Bizim beğendiğimiz politik duruşa sahip olduktan sonra politika empoze edeni neden sorgulayalım?” şeklinde düşünüyor olabilirler mi?

Oysa biz YPG ve onun etrafındaki örgütlerin Arap ve Türkmen unsurlara karşı sindirme, iskan etme, sürme politikası içinde olduğunu da okuyorduk basından. Kaynaklar ise Uluslararası Af Örgütü gibi örgütlerdi ve bu ihlallerin 2014’ten beri devam ettiğini söylemekteydiler.[4] Mesela, insan hakları örgütleri PKK/YPG’nin bölgede 2012 ile 2014 arasında aktivist, politikacı, gazeteci Kürt muhaliflerden en az 40 kişinin PYD ve PKK tarafından öldürüldüğünden bahsetmektedirler bir yerlerde.[5]

Bunların yanında PKK ve PYD’nin cezaevlerinden hiç söz edilmemektedir. Bir çok kişiyi hapsettiklerinin ve hapishane, gardiyan ve askerlerinin daha doğrusu bir hapishane sistemleri kurduklarının sözü neden edilmez.[6]

Clark, Greaber’in devlet olmayan devleti ima ettiğini belirtir. Anlaşılıyorki Lenin’in devletine benzemektedir bu. Ekim “devrimi” yalanının aynısını bugün Rojava olarak bize sunmaktan geri durmamaktalar ve Anarşist entelektüeller de buna çanak tutmaktadırlar. Nitekim Michael Taussing kantonların “devlet fikrine karşı ve devlet olmasa da bir devletmiş gibi işlediğini” belirtmekteymiş. Aslında bunu bir itiraf olarak almak daha doğru olur.

Peki meşhur anarşist Antropologumuz Greaber ne demiş: demokratik öz-yönetim olarak adlandırdığı “bir devletin tüm biçimleriyle sahip olduğu”, “aynı politik gücün iki taraftan yaratmış olduğu bir ikili iktidar durumu”. Eğer Marksist ve hatta Leninist bir geçmişimiz olmasa bunun ne demek olduğunu anlamayacaktık! Bu dil ve söylemin kendisi bize Bolşevik Rusya’sını ve Bolşevikleri hayli hayli hatırlatıyor. Öyle ya, zamanın anarşistleri de Lenin’i anarşist sanıyorlarmış. Bugün ise sosyal ekoloji, komüniter yapılar, liberter belediyecilik vb. gibi kavramları ödünç alarak yapılan otoriter uygulamaları meşrulaştırmak ve devletler arası ilişkilerde ve uluslararası ilişkilerde yer kapma yarışında muhalefet kesimlerini etrafında yedeklemek için aynı yöntemlere başvuruyorlar.

Devlet olmayan devlet bizzat devletin kendisidir. Bahsi geçen örgüt sadece bir hareketti. Bir savaş örgütü idi. Bugün devlet gibi davranan ve devlet “olmayan” bir örgüt var ise bunun adı pro-devlettir. Bunu bir diğer ifadesi bu örgütün hiç bir zaman Kürt ulusu ve ulusalcılık dışında bir söylem geliştirmemiş olmasıdır. Yani bu hareket her ne söylemle – geçmişte M-L ve Guaveracı ve hatta Maocu bir çizgiyi de es geçmeyen ve Stalinist olduğunu defaaten ifade etmiş olmalarını görmezden gelemeyiz- var olursa olsun otoriter ve devletçi bir örgüttür ve damarlarında Kürt milliyetçiliğinin ve tabanında ve medyasında kimi zaman aşırı bir milliyetçiliğin izlerini dışa vuruyor.

Fakat bir noktada bu tezlere -ikili iktidar- karşı Clark dikkatlidir: “fakat bu önemli konuda iyi niyetli olan devlet-benzeri, tehlikeli bir şekilde devletçi olma potansiyeli kazanır,” der. Aslında devlet olduğunu bilir Clark ama Bookchin kadar kendi sosyal ekoloj tezlerine de yakın bir oluşumdan söz edilmesi onu etkilemişe benziyor.

Clark, kitabı anlatırken devamlı surette Graeber’den alıntılar yapmaktadır. Heyhat! Graeber ne ulvi şeylerden bahsetmektedir! Bu örgütün ne olduğunu bilmesek, sokaklarda yaptığı kitle katliamlarını bilmesek ve geçmişte Kürtlere kimlik dahi vermeyen Suriye devleti ile sıkı işbirliğini ve istihbarat örgütü muhaberatla ilişkilerini bilmesek tertemiz anarşist bir örgüt ortaya çıkaracaklar. Bunlar her zaman devlet gibi davrandılar. Şimdi ise devlet olmanın yollarını yakalamak için uğraşıyorlar iddiasındaydık ve halen de aynı iddiadayız. Bizi rahatsız eden ise Anarşistlerin bu yalan ve manipülasyon ataklarının etkisiyle bu örgüt ve çevresine canı gönülden destek olmalarıdır.

Greaber’in polis akademisini ziyaretinde ona “kimsenin şiddetsiz mücadele yöntemleri ve feminist teori konusunda eğitim almadan silaha dokundurulmadığının,” anlatıldığına temas ediyor. Barış için savaşan devletten bir farkı yok anlaşılan… Türkiye’deki polis akademislerinde de insan hakları üstüne dersler verilmekte ama insan hakları ve hukukunun  uygulamaları konusunda herhalde dünyanın en geri ülkelerinden biridir. Bu tarz örnekleri veren ve mevcut duruma meşruiyet sağlayanlar ise bilindik anarşistler.

Bunun yanında Rojava’da et yememe üzerine güzellemeler ise batılı orta sınıfın doğa ve hayvan hakları hassasiyetine hitab etmektedir. Belli ki bizim anarşistler de bundan kendilerine düşen payı alıyorlar.

Hele intihar üzerine güzellemeleri… bir başka “anti-kahraman” -kahraman sözünün çirkinliğinden olsa gerek- fedakar fedaileri açıklamakta. “Yoldaşıyla beraber ölümü bekleyen anti-kahramanlar…” Evet. Jargon bu. Ölüme güzellemeler yapan ve ölüme-doğru olan anti-kahramanların aslında yaşama-doğru-olmayı filizlendirdiğini ifade ediyorlar. Ölüme dair yapılan bu güzellemelerin “elle” dergisinde fotoğrafları basılan ve romantize edilen “YPG’li güzel gerilla kız”dan bir farkı yok.

İntihar eylemleri güzellemelerini yapmaktan geri durmuyorlar Rojava “devrimi”nin hayranları. “Ölüm ve yaşam arasında meydana gelen bu hassasiyetin dönüştürücülüğü ile uygarlığa dayanan tahakküm ve inkarın ataerkil mantığı ile mücadelede olduğunu” anlatıyorlar bu kitapta ve dolayısıyla Clark’ın makalesinde. Ve bu arada batılı orta sınıf kafasının karşılıksız vermenin – hayatını verme vb.- nihilist kapitalist uygarlıkça kavranamıyacağını söylemekteler. Kabile toplumlarında yaşayan ve Anadolu’da ve Orta Doğu’da halen yaygın olarak bulunan aşiret yapılarında vermenin ne anlama geldiğini onlar (Orta Sınıf ve anarşistler yazarlar)  anlamamaktalar ve fakat aşiret mantığının halen devam ettiği ve izlerinin yaşandığı buralarda biz bunun ne olduğunu bilmekteyiz. Yani olağanüstü bir durum değildir buralarda verici olmak. Bu Rojava’nın yarattığı bir kültür değil Orta Doğu insanının zaten ırasında olan bir haldir. Rojava’dan önce de vardı ve umarız var olmaya devam eder.

İlkel zamanların armağan “ekonomisi”ne gönderme yaparak dayanışmacı taraflarını da ifade ettikten sonra Battailci, Mausscu ve Bakhtinci cömertlik ve vericilikten de dem vurarak anarşist Rojava daha da anarşist kılınmış olmaktadır.

Peki, Clark’ın bu kadar da gözleri kör müdür? diye düşünebiliriz. O bunu farkındadır. Dolayısıyla karşı eleştirilere de yer vermekten geri durmaz. Ama dili bulanıktır.

“Rojava devrimi bu kadar geniş bir vaade sahip olsa da belirli şüphelerden azade değildir. Bu kitapta pek tartışılmış olmasa da eleştirmenleri tarafından sorulan sorular gözardı edilemez” demiştir. Devamen PKK’nin devlet karşıtlığının prensipte değil bir Kürt devleti kurma mücadelesindeki pragmatik nedenlerden kaynaklandığı iddiasına yer verir. Aslen bizim de iddiamız budur. Kooperatif sistemle bu kocaman gövdeyi yürütmesi mümkün değildir ve esasen uluslararası güçlerin yardımı ve kaçakçılık vb. faaliyetler ayakta durmasına neden olmaktadır. Devlet olmayan devlet, devletin bizzat kendisidir.

Clark bu eleştirilerin bazılarının ideolojik karşıtlık temelinde olduğunu söylemektedir fakat bu ideolojik karşıtlığa değinmemektedir. Anlatılanların yanlışlığını ve göz ardı edilenleri ifade ettiğimiz bu yazı, bir propaganda çalışması izlenimi veren bahsi geçen kitaptaki Clark’ın ifade ettiklerinin doğru olmadığına da işaret etmektedir. Yaratılan hayali cennet tasavvurunun yıkılması gerektiğine temas etmektedir.

Clark, Öcalan’ın fikirleri ve Kürtler üstünde etkisinden bahsederken onun devrimci fikirlerinin Kürt tarihi ve kültüründe yattığını ve devrimci fikirlerini örneğin radikal eşitlik, adalet ve özgürlük fikirlerini Alevi İslam geleneğinden aldığını söylemekle yanılıyor. Öcalan’ın alevilikle ve geleneksel islamın heterodoks kesimiyle alakasını kurması şaşırtıcıdır. Böyle bir şey yoktur. Din, PKK ve etrafı için sadece bir şeydir. Son yıllarda dine karşı daha esnek olmaları söz konusudur ama bu da aynen sosyal ekoloji ve anarşizm temayülleri gibi pratik, pragmatik ve politik nedenlerden kaynaklıdır.

Clark, bu topraklara yabancı olduğundan bu kültürün insanının lider, şeyh ve önder tapınma biçimlerine dair fikri bize şaşırtıcı gelmiyor. Der ki:

“Dahası, kimi liderlerin hedefi ne olursa olsun, tabanın gelişen gücü gelişmeye devam eden boyutlarıyla giderek artan etkin maddi bir güç oluyor.”

Böyle bir durumun anarşizm açısından onaylanabilir tarafı yoktur. Diyoruz ki durum kafanızdaki gibi değildir. Yaratılan önder, lider kültü tabanın maddi gücünü manipüle ederek onların ruhlarını esir alıyor buralarda ve anarşistler için en önemli olan bireysel irade burada liderin iradesine köle olmakta ve adanmaktadır. Bir lider “peygamber”den etki alanı daha güçlü kişi karakterine bürünmektedir.

Buralarda M. Kemal bu hale sokulmuştur. Aynı şekilde Kürt illerinde kimi kürtler için de Öcalan aynı forma sokulmuş yaşayan bir “put”tur.

Bu duygularla Clark bunun devrimci ve katılımcı demokrasi ve iyi bir gelecek için umut ışığı olduğunu, yaşayan devrimci bir ruh olduğunu da söylüyor. Ne kadar garip değil mi? Özellikle bir anarşisti böyle söyleten fenomenlere ve çaresizliğe bakınca hayıflanası geliyor insanın. Nasıl bir “iktidarsız”lık halidir ki emperyalizme yedeklenmiş ve bizzat onun dümen suyunda olan bir hareketi anarşizm açısından meşruiyetle kutsamaktadır. Buna iktidarsızlığı savunanların iktidarsızlık sızlanmaları mı demek gerekir, bilemiyorum.[7]

Biz de diyoruz ki görmek istediğinizi görüyorsunuz. Görmek istediğiniz şey olgunun kendisi değildir.

Son soru olarak, mesela, İsrail’de 1905’lerde kurulduğu ve bugün değişmiş de olsa varlığını sürdüren Kibutzların (komünler) varlığı İsrail devleti için meşruiyet sağlar mı?

Yazık!

Sonuç olarak Clark’ın tanıtımını yaptığı kitap bir propaganda ve beyaz yıkama faaliyetinin bir parçası olarak görülmelidir ve Clark bu yanlışa olumlu puan verdiği için tanıtımıyla yanlışa çanak tutmaktadır. Graeber’i ise hiç ele almayalım… Peter Lamborn Wilson mı? Hakim Bey’imiz zaten gerçeklerle  kurgu ve hayali fenomenleri birbirine karıştırıp başka dünyalar kurmakta uzmandır.[8]



[1] Dilar Dirik, David Levi Strauss, Michael Taussig, and Peter Lamborn Wilson, editors. To Dare Imagining: Rojava Revolution (Brooklyn, NY: Autonomedia, 2016).

[2] Imaginare Aude! Lessons of the Rojava Revolution – J. Clark. Bu makale  Capitalism Nature Socialism,  vol. 27, no. 3 (Sept. 2016):103-110’de yayınlanmıştır. Makale itaatsiz.org’da yayınlanmıştır. Adresi: https://itaatsiz.org/2019/02/11/imaginare-aude-lessons-of-the-rojava-revolution-j-clark/

[3] Bu arada belirtmekte yarar var. Madun olmak ve madun olan kimdir sorusuna kısa bir yanıt olarak. “Madun duruma, yere, zamana (an) göre değişir” ve her an değişim halindedir. Kendi Kaderini Tayin Hakkı fikriyatını reddetmemekle beraber Ulus kavramının hayali olmasına da gönderme yapar. Fakat Baskın “ulus” denen ve devletin sahibi olan ulus ya da baskın ulusa sahip olan devlet, politik ve kültürel duruşu ile altta olan “ulus” “etnik” “dini” vb. oluşum ya da kesimlere ayırt etmeksizin hukuk vb. gibi zor aygıtıyla da zulmeder. Devletlerin bu genel kavrayışları ve şiddeti doğal olarak diğerlerini madun durumuna düşürür. Yani katmerli bir madun içre madun hali… O madun ki her değişen durum ve anda başkasını madun durumuna düşürür.

[4] https://www.voanews.com/a/syrian-kurds-accused-of-human-rights-abuses-against-arabs/3003693.html

[5] https://kyleorton1991.wordpress.com/2018/03/03/human-rights-abuses-in-rojava-and-the-anti-isis-war/

[6] Fakat PKK’nin kurulduğu günden bu yana hem Türkiye hem de Suriye sınırları içinde ne kadar masumu – solcu aktivist, kendi saflarında insanlar ve tarafsız kişi vs.yi- katlettiğinden bahsetmiyoruz bu yazıda. Sadece bu isimleri yazsaydık ciltlerce kitap olurdu.

[7] Buradaki “iktidarsızlıktan rahatsızlık” cümlesinde kastedilen iktidar, anarşizm ya da sosyal ekoloji adıyla görünmek, görünür olmak, kibre ve gurura esir olmak anlamında bir iktidar halidir. Bundan hareketle de bir anlamda edinilmiş kolektif bir kimliğin üstünlüğünü faş ederek kişisel ya da cemaat olarak bundan haz duymaktır. Durum olarak bunun diğer büyüklenme ve kibirlenme hallerinden bir farkı yoktur ve hakikati görmek önünde –aynen ideolojiler gibi- perde olarak durur.

[8] Onun metinlerinde oryantalizmi sezmemek ve görmemek imkansız gibidir. Oryantalist yanını görmek için Doğulu olup Batı’ya hayranlık duymadan oryantalizme bakmak gerektir zannederim. Oryantalistin hası şarklı entelektüellerde ve oranın yaygın batı hayranı halkında görülebilir de… Yani aslında bir çeşit oksidentalisttir Bey’imiz. Batı kültürü ve algı dünyası içinde yaşamak ve oraya ait olmak ortantalist olmaya teşne olmaktadır. Bundan hareketle belki de oksidentalizm, oryantalist olmaya zemin hazırlamaktadır. İşte bir problem alanı daha…